Bizde de bu yolun açılması demokratik hukuk devletinin ve AB’ye uyumun başlıca gereklerinden biridir.
Erdoğan hükümeti bu açıdan haklı bir yasal
düzenleme yaptı, şimdi de Cumhurbaşkanı Gül’ün onayını bekliyor.
Genelkurmay ise buna karşı.
Çünkü ‘
sivil’e güvenmiyor.
Bu nedenle Çankaya’dan veto beklentisi içinde. Gerekçelerinden biri, “
Askeri mahalde işlendiği iddia edilen suçların sivil savcılarca soruşturulması ve sivil mahkemelerde görülmesi, ‘askeri mahallerin masuniyeti’ni bozar” diye özetlenebilir.
Askerin bu ülkede sivile dönük güvensizliği yeni de değil, sır da değil.
Eski
Deniz Kuvvetleri Komutanı
Özden Örnek Paşa, 2003-2004
darbe tertiplerinin yer aldığı günlüklerinin 30 Haziran 2004 tarihli sayfasında, ‘TSK eleştirileri’ başlıklı bölümde bu güvensizliği şöyle
itiraf eder:
“Terfi senesinde çektiğim sıkıntıyı çok iyi biliyorum. Beni defalarca siviller ile ilişkide olmamam için uyarmışlardı. Lojmanda yaşayıp, orduevlerinde eğlenen ve OYPA’lardan
alışveriş yapan bir
toplum, nasıl siviller ile ilişki kurabilir ki.
Subayların sivil arkadaşları olmadığı gibi, sivillerin de subaylardan arkadaşları yoktu.
AKP iktidarda iken onlar ile görüşmek günahtır. Hemen Atatürkçülüğe karşı olmakla suçlanırsınız. Ama kimse, ‘Peki, biz bu insanlar ile aykırı fikirdeyiz ama nasıl birbirimizle
diyalog kuracağız, nasıl birbirimizi kendi inandıklarımıza ikna edeceğiz’ sorusuna
cevap vermez.
Sivillerin
yurt sevgisi eksiktir. Çoğunlukla onlar vatanlarını ve milletlerini düşünmeden şahsi yararları için hareket ederler. Onlar tembeldir, çalışmaz ve bedava olarak para kazanmaya bakarlar. Bu nedenle TSK’da herkes çok çalışır ve fedakâr oldukları için her şeye layıktırlar.”
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın kendilerine dönük bu eleştirel bakışı askerle ilgili derin gerçeğe işaret eder.
Kendinden başka kimseye güvenmeyen, kendini ‘kurtarıcı’, sivili ‘başı bozuk’ gören, hele
seçim sandığından çıkan
siyaset kadrolarına hiç mi hiç güven duymayan, toplumsal farklılıklardan kaygı duyan ve kendini kendi dünyasına kapatan bir anlayıştır bu.
Askerin bu zihniyet dünyasının sağlıklı bir psikolojiyi yansıttığı söylenemez. Askerin bu kendi kendisiyle dolu, eski deyişle meşbu hali ve kibirli duruşu, Türkiye’de siyaset ve istikrarı öteden beri olumsuz etkilemiştir.
Asker bu ülkede kendisini ‘üstün’ ve ‘ayrıcalıklı’ bir zümre haline getirirken, etrafına da toplumla kendisini ayıran yüksek duvarlar örmüş ve surların gerisine çekilmiştir.
Bu da askerin gerçekle bağını zedelemiş, Özden Örnek Paşa’nın itiraf ettiği gibi toplumdan koparmıştır.
Şu da var:
Asker Soğuk
Savaş sonrasının dünyasını da iyi okuyamadı.
Kimliklerin, farklılıkların damgasını daha çok vurduğu yeni
demokrasi anlayışını, bu açıdan
Amerika ve Avrupa’da Türk ordusuyla ilgili olarak kendini belli eden zihniyet değişimini de tam kavrayamadı asker.
Kısacası:
Neyin nereye gittiğini göremedi.
28 Şubat’la da göremedi.
27 Nisan’la da göremedi.
Siyasete yaptığı müdahalelerin 1960’lardan beri sürekli istikrarsızlık tohumları ektiğini, siyaset meydanında kendi gönlünde yatmayan yollar açtığını, hatta yaptıklarının bazen tümüyle ters teptiğini görmek istemedi.
Veyahut nedenlerini anlayamadı.
Asker kendi bildiği yolda devam etti. Hep kendi duymak istediklerine
kulak verdi. Hep kendi ezberlerine inandı. Ve hep aynı şeyleri yaptı. Ve ne acıklıdır ki, her seferinde de ‘farklı bir şeyler’ olmasını bekledi.
Ama olmadı.
Hayal kırıklığına uğradıkça da, kendi yüksek duvarlarının arkasına çekildi, toplumla irtibatı koptukça koptu, (sakın yanlış anlama olmasın, asker bu süreçte rejim üzerindeki ağır ‘vesayet’ini tabii gevşetmedi; her fırsatta güçlendirdi.) böylece kendini toplumdan tecrit eden askerin
parmak ucu hissi gitgide köreldi.
Or
general Başbuğ’un 37 general ve amiralli gösterisi belki de bu gerçeğin çekilmiş en hazin fotoğraflarından biridir.